Yaşam konforunu bozan bu tabloyu geçiştirmeyin..
Gastroözofageal Reflü Hastalığı (GÖRH), mide içeriğinin (mide suyu ve/veya yemek kalıntıları) özofagusa (yemek borusu) geri kaçışı sonucu gelişen, göğüs kemiği arkasında özellikle yemeklerden sonra yanma ve ağza acı su gelmesi ile karakterli bir tablodur. Normal kişilerde az sıklıkta olmak şartıyla fizyolojik reflü gözlenebilir. Özofagus hastalıklarının %75’inden sorumlu olan reflü, çok farklı klinik sunumlarla kendini gösterir. Bunlar basit yanmadan ülseratif özofajite (yemek borusu alt kesiminde yara-çatlak), yemek borusu darlığına ve kanser riski taşıyan Barrett metaplazisine kadar değişebilir. Reflü hastalığı kendiliğinden iyileşebilmekle birlikte çoğunlukla kişilerin yaşam koşullarını zorlayan ve bozan bir konudur. Erişkinlerin yaklaşık %20'sinde reflü görülmektedir.
Reflü hastalığı, asitli ve/veya safralı mide içeriğinin yemek borusuna gelmesi ve uzun süre temas etmesiyle yemek borusunun kendini asitten ve/veya safralı mide içeriğinden koruyamaması nedeniyle oluşur. Nedeni tam anlamıyla bilinmeyen bu hastalıkta olası faktörler şunlardır:
Mide içeriği, midenin salgıladığı hidrojen iyonu nedeniyle belirgin derecede asittir. Eğer onikiparmak barsağından mideye doğru safra geri akımı varsa, mideden yukarı çıkan içerik hem asit hem de safra içerir. Alkali özellikli olan safra da mide asidi gibi yemek borusunun tahrişine neden olur. Yemek borusunun alt ucunda mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engelleyen bir kapak mekanizması vardır. Reflü hastalarında en sık görülen özellik bu mekanizmanın gevşekliğidir. Bu durum sıklıkla mide fıtığıyla birlikte yaşanır. Mide boşalım bozukluğu ya da bozulmuş yemek borusu hareketi bu hastalığı tetikleyen diğer nedenlerdir.
Gastroözofagial reflü hastalığının ortaya çıkardığı belirtiler çok geniş bir spektruma yayılır. Bu belirtileri genel olarak tipik ve atipik bulgular olarak sınıflandırmak mümkündür. Reflü hastalığının klinik olarak tipik sunum şekli ağıza acı ekşi sıvı gelmesi, geğirme, şişkinlik, ağıza gıda artıkları gelmesi, yutma güçlüğü, yutakta takılma duygusu şeklinde olmaktadır. Tipik olmayan yansımalar arasında ses kısıklığı, gıcık öksürüğü, ağız kokusu, çarpıntı, kalbe baskı hissi, nefes darlığı, nefes yetmezliği duygusu, astım, diş çürükleri, devamlı yutak yangısı (kronik farenjit), dirençli hıçkırık, kronik sinüzit vardır. Poliklinik pratiğimizde nedeni açıklanamayan kuru öksürük, ağız kokusu, hıçkırık gibi tabloların bir kısmından reflü hastalığının sorumlu olduğunu görmekteyiz. Bu anlamda akla gelmediğinde tanısı güç konulan bir hastalıktır. Birçok faktör bu hastalığı provake edebilir. Bunlar arasında alkol, sigara, bazı ilaçlar, çikolata, kahve, nane şekeri, baharatlı yiyecekler, soğan, sarımsak, domates, turunçgiller, mide boşalımının yavaşladığı durumlar (şeker hastalığı), midede aşırı asit varlığı, mide fıtığı, gebelik ve aşırı kilo yer alabilir.
Reflü hastalığının tanısı kompleks bir konudur. En önemli tanı aracı hastanın şikayet niteliğidir. Haftada ikiden fazla reflü atağı varlığı tanı için değerlidir. Kesin tanısı pHmetri ile doğrulanan bu hastalıkta bu teste çok özel durumlar dışında ihtiyaç duyulmamaktadır. Reflü tanımlayan hastalara endoskopik işlem zorunluluğu olmamakla birlikte hastalara ömürlerinde bir defa da olsa endoskopi yapılarak özofagus alt uç bütünlüğü, yemek borusu alt ucundaki hasarın derecesi, Barrett özofagus varlığı, fıtık zemini açısından değerlendirme yapılmalıdır.
GASTROÖZOFAGEAL REFLÜ TEDAVİSİ
Ömür boyu sürebilen bu hastalıkla mücadele için verilen ilaç tedavileri yanı sıra, önemsenmesi gereken önemli yaşam biçimi değişiklikleri vardır. Bu değişikliklere gösterilecek sürekli uyum, hastalığın yaşam konforunuzu olumsuz etkilemesine engel olacak, günlük verilmesi gereken ilaç dozunu düşürecektir.
REFLÜDE ÖNERİLEN YAŞAM BİÇİMİ DEĞİŞİKLİKLERİ
Belirttiğim yaşam stili değişikliklerine uyumun bu hastalıkta kullanacağınız ilaç kadar önemli olduğunu hatırlatmak isterim. Reflüde ana tedavi seçeneği halk arasında ‘mide koruyucu' olarak bilinen proton pompa inhibitörü gurubu ilaçların kullanımıdır. Bunlar arasında omeprazol, lansoprasol, rabeprazol, pantoprazol ve esomeprazol vardır. İlaçlar arasında etkinlik farkı yoktur. Asit salınımını güçlüce azaltan bu ilaçlar reflü tedavisinde oldukça etkindirler. Ülser tedavisinde daha önce kullanılan famotidin gibi ilaçlar dirençli reflü hastalarında gece tek doz olarak mevcut tedaviye eklenebilir. Aljinik asit içeren süspansiyonlar tablet tedavileriyle kombine edilebilmektedir. Reflü tedavisi bireyselleştirilmiş tedavi yöntemiyle değerlendirilmelidir. Bir hasta bir diğerine benzememektedir. Uzun soluklu takip gerektiren bu hastalıkta medikal tedaviyle yüksek yanıt oranları vardır. Uzun süreli mide koruyucu ilaç kullanımının kayda değer bir yan etkisi yoktur. İlaç kullanım süresi bireye özeldir. İlaç kullanım pratiği konusundaki ayrıntıları hekiminizden öğrenebilirsiniz.
Başka nedenlerle önerilen ağrı kesiciler mümkün olduğunca kullanılmamalıdır. Mecbur kalındığında parasetamol türevleri (vermidon, parol, geralgine, vb) alınabilir. Mide ağrısı, ekşime-yanma, mide kanaması geçmişi varsa ve Aspirin veya NSAİİ (apranax, majezik, voltaren, dicloron, cataflam, dolorex, naprosyn, etol, tadolak vs) kullanım mecburiyeti doğarsa beraberinde proton pompa inhibitörü (mide koruyucular) alınması zorunludur. Mide koruyucu ilacı yemekten yarım saat önce aç karna, ağrı kesiciyi ise yemekten en az yarım saat sonra tok karna almalısınız.
Reflü hastalığının bir kısmında cerrahi tedavi gereksinimi doğabilmektedir. İlimizde belli merkezlerden gelen endoskopi raporlarında saptanan mide fıtığı (hiatal herni) tanımlamasının büyük oranda hatalı olduğunu genelleyebilirim. Endoskopik işlem özellikle Gastroenteroloji uzmanı tarafından yapılmalıdır. Ayrıca mide fıtığı saptanmış olması kesin bir cerrahi gereklilik noktası değildir. Cerrahi operasyon gereken hastaları şu şekilde özetlemek mümkün: hastanın bireysel isteği, kombine medikal tedaviye kesin yanıtsızlık, aspirasyon (özellikle gece uykuda asit veya gıda reflüsüne bağlı nefes borusuna kaçış ve boğulma hissi), Barrett Özofagus. Reflü cerrahisi yapılan hastalarda %30 oranında yutma güçlüğü, gaz ve geğirememe sorunları gelişebilmektedir. Cerrahi karar mantıklı bir hasta-hekim iletişimi ile mümkündür.